19.
Yüzyıl’dan
Çeşitli
vesilelerle bazı kitaplara dönüp dönüp bakarsınız,
işte öylesi bir kitabı karıştırırken
çağrışım. Paris’in on dokuzuncu
yüzyılı, barikatlar yüzyılı bir
bakıma, 1831/71 arası,
sonu dehşetengiz kanla biten, solun
emekçilerin işçilerin
vahşice ortadan kaldırıldığı komün günleri.
O dönemin tinsel/
ruhsal özelliği olsa kitlelerde,
tabii ki önerdiğim, yapılmasını
istediğim çarpışma, iç savaş, şiddet
falan değil, acaba bozulan şu İstanbul için yürür müydü on binlerce insan, kent
elden gidiyor diye. Tarihsel bir sıçramayla daha yakın zamana gelip İstanbul
için şöyle örnekleyelim, seksen öncesi yükselen sol acaba bozulan şehir için yürüseydi,
yeni yeni
dikilmeye başlayan gökdelenler için,
kentin mimarîsinde, büyümesinde, siluetinde bir şeyler değişir miydi? Belki zordu,
hemen sonrasında 12 Eylül vardı ki şimdi yargılanan iki eski faşist cuntanın
başı general, ne acıdır, onların hazırlattıkları 1982 Anayasası’na yüzde doksan
bir buçuk “evet”
çıkmıştı; evet zordu, 12 Eylül
istediği gibi kenti değiştirebilirdi
(değiştirdi de), politikayı, ülkeyi
faşist arzusuyla yönettiği
gibi, kolay mı yalnızca yüzde sekiz
buçuk “hayır” almış; sanırım kişisel tarihimde yaptığım en güzel en anlamlı
işlerden biri o hayır oyu, zaten başka türlüsü olamazdı, söylemeye böbürlenmeye
gerek yok da öylesine travma bıraktı ki...
O günler
kitlelerin böylesine meselesi yoktu, böylesine
şeylerle ilgilenmesi imkânsız
gibiydi, çok çok öncelikli olanlar vardı, doğrudur ama ya tepki gösterilseydi,
bu şehri seven epeyce bir insan vardı o zamanlar, yok muydu? Şimdi de bazı
şeyler yapılabilir, artık yeter dikmeyin denir, denir de bunu diyecek sanırım
şimdi çok az, kenti çirkinleştiren gökdelenler başbakanın katılımıyla açılıyor,
İstanbul o
İstanbul değil, asıl acı olan
şuradan buradan gelmiş olması değil ya da yerleşik olması değil, asıl önemlisi
bu şehre sahip çıkmak, tinsel halini anlayabilmek, tarihini kültürünü güzelliğini
Boğaz’ı yoksulluğunu yoksunluğunu rüzgârını balığını ne varsa hepsini birden
hissetmek, başka bir hayal ki sanırım hiçbir zaman gerçekleşemeyecek olan,
geçmişe
dönük oluşundan değil, kuşkusuz bu
da önemli, hayalin içeriği gereği gerçekleşemeyecek olan, hayal zaten zor
gerçekleşendir,
imkânsıza merdiven dayar, belki
burada ütopik bir düşünce/tasarı demeliyim, eski sokağım güzel sokaktı özcesi,
evim de, ne çok anı var Beytülmalcı’dan anlatılacak olan, anı da sayılmaz
şimdiye çok yakın da olsa birçoklarıyla birlikte artık duvarlarda!
(İstanbul’da
Mavi Bir Tereddüt’ten, Literetür yay. Nisan 2013)