AŞK, AYIN TÜM HÂLLERİ...
Aşk, dolunaya
dokunmaktır; aşk, karanlık bir gecede,
unutulmuş bir göldeki nilüfer çiçeğini açtıran Venüs’ün
ışığıdır.
Ne çok tanımı vardır aşkın ama aşk aslında ayın tüm
hâlleridir!
Bir de aşkın “kendi” hâlleri vardır: karşılıksız aşk, imkânsız
aşk, yasak aşk, unutulamayan aşk, tutkulu aşk, marazî aşk, yaşanan aşk, yaşanamayan
aşk, platonik aşk…
Gecenin karanlığı henüz Boğaz’a düşmemiş ama yakındır düşmesi,
birden karşıma çıkıyorsun, ne kadar da gözalıcısın, gülümsemen yüzünün bir hâli,
aslında çekici bir hâli, ayın hâlleri gibi, ayın gülümsemesi belki; beni
kalbimden yakalıyorsun!
Yıllar önce yazmıştım “aşk bir kadının bedeniyle başlar”
diye.
Anlamı açık, tartışmaya gerek yok, “başlar” diyorum, sonra kime âşık olur
insan, o kişiliğe değil mi? Bu da aşkın bir tanımı ya da aşk aslında insanın
kendisine olan bir tapınma mı? Hani Goethe’nin dediği gibi: “Sizi seviyorsam, bundan
size ne?”
O akşamüstüne dönmek isityorum, bedenin beni çekiyor,
gülümsemenin beni yakalaması gibi! Hiç
yanlış anlama,
cinsel
bir nesne değil, estetik bir öznesin, Boğaz’ın mavisinin hemen yanında beni
büyüleyen kadınsın!
Sen bunları bilmiyorsun, o ândan sonra giderek düşdünyamı
ele geçiriyorsun. Pessao’nun deyişiyle “insan bütün bir ömrü hayâl ederek
geçirebilir”! Bir yanıyla ne kadar büyüleyici ama öte yandan ne kadar acı veren
bir hâl! Belki de bunu seviyorum ve seni “platonik aşklar” listesinin en başına
yazıyorum!
Belki de Cyrano’nun kaderini paylaşıyorum, aşkını
bir türlü söyleyemeyen bir adam, yaşlandıkça,
yaşlandım
mı, duygularını kalbinin
derinliklerinde saklayan biri miyim?
Gülümseyişin içine kapanıyor; nasıl anlatsam o ânı,
gözlerimin
önünden gitmeyen, belleğime ve kalbime saplanıveren o resmi; duygun yalnızlaşıyor, kırılgan hâlin
ortaya çıkıyor, ayın hâlleri gibi, nasıl hilâl, yarımay, dolunay varsa, senin
de hâlin öyle işte; düşüncelerin kendine saklı, kimseye söylenmeyecek, işte
böyle bir şey, beni derinliğine çeken gülümsemen; gece yavaş yavaş iniyor
üstümüze, masmavi Boğaz’ın hemen yanıbaşındayım ve yolculuğa çıkıyorum, hayâl
ülkeme doğru...
Bundan
sonrasında her şey, senin bedenin, gülümsemen,
bakışlarındaki zarif rengin...
Kitaplar, düşteyse adı platonik aşktır, diyor, doğrudur,
binlerce yıllık yaşanmışlık; hele
Cyrano’nunki düşünülürse!
şu
veya bu olmasının ne önemi var, bilgiye, deneyime karşı değilim ama dermanım
olamıyor!
Artık gece; bir aşkın öznesi oldun, sen bunu hiç
bilmeyeceksin
belki
de, nasıl söyleyebilirim, kolay mı, ya beni “hayır”ın kuyusuna itersen, sonsuz
karanlığın içine, acılar denizine! Söyleyemem ve bunun için hep benimsin, düşülkemde!
Yattığımda, benimlesin karanlığın içinde, her ne kadar
yalnızsam, aşk büyük yalnızlıkla başlamaz
mı, gülümsemen
yanıbaşımda,
gözlerimi kapıyorum, bedenin rüyalarımda, dudaklarında uyuyorum, bedeninde
uyuyorum, gecenin sıcaklığı beni uyandırdığında, ki bir yaz gecesidir büyüne
kapıldığım gece, yalnızlığıma gözlerimi açıyorum!
Acı, keder hep var.
Kitaplar platonik aşk için her türlü cinsellikten arınmış
olan, der. Hayır buna katlanmak zor, düşülkemin içinde seninle mutlu olsam da!
Ama söyleyebilir miyim bu aşkı sana!
Çok güç geliyor, çünnkü kalbimi uzattığımda ya dokunmazsan!
işte
âşıkların en büyük meselesi bu! Ya dokunmazsan sana uzatılan kalbe! Belki bu yüzden
bu kadar cazip geliyor, idealde kalan aşklar, kitapların platonik aşk, dediği!
İnkâr edemem bedeninin çekiciliğini ama bu bir yana,
yüzün, düşgecelerimi aydınlatan ay gibi!
(Ben Hep Seni Yazdım,
Özgür yay. 2008)