(...)
Bugün biraz tatsız
haberler gazetelerde, hep tatsızdır da, aslında biliyorduk da bugün haberleri
okuyunca biraz daha sıkıldım, İstanbullu olarak biraz daha düşündüm, ne olacak
bunun sonu, diye! Haydarpaşa Garı işlevini bitirdi; artık Gar olarak
kullanılmayacak, Söğütlüçeşme İstasyonu, sonra Marmaray, yerinaltından Avrupa
yakası. Bilmiyoruz Haydarpaşa Gar binası ne olacak.
Mimarîsini pek de
beğenmem, büyüklük sanki kabalıkla ilgilidir, benim gözümde tabii ki. Ne var ki
bir simge, özellikle de eski filmlerimizin Anadolu’dan Avrupa’a geçiş, gelenler
için asıl İstanbul sanki, Haydarpaşa Garı’ndan indikten sonra, hemen önündeki iskeleden
vapura binip Karaköy, Eminönü’ne gelince başlar. Peki iskeleye ne olacak,
trenler kaldırılmışsa, istasyon görevini görmeyecekse, o zaman iskele de
işlevsiz kalacak. Gerçi yapıyı neye dönüştüreceklerine bağlı; umarım yerine tuhaf bir alışveriş merkezi olmaz, zaten her yer alışveriş
merkezi! Orada kültür merkezi olmalı; galeriler, kitapçılar, sinema, tiyatro,
alçakgönüllü kafeler, lokantalar, benzer uyumlu dükkânlar olmalı o yapının
içinde; çevresi de değişmeli, liman kaldırılıp uzaklara gitmeli, Harem’deki
otogar kesinlikle kaldırılmalı; yeşil parklar, yürüme ve bisiklet yolları,
çocuklar için oyun alanları falan açılmalı/yapılmalı; ağaç, çiçek, bitki,
güller, ortancalar falan dikilmeli, bir taraftan Salacak’a, öteki taraftan da
Kadıköyü’ne uzanmalı; olmaz mı yapılamaz mı, galiba hayal kurmanın da bir
mantığı olmalı!
Boğaz’da
hiçbir yer görünmüyor; bazen kar duruyor, bazen lapa lapa yağıyor, zaman beyaz
geçiyor, bazen belli belirsiz karşı kıyılar ortaya çıkıyor, birazcık daha
açınca Haydarpaşa kendini hissettiriyor; ancak şu ân Haydarpaşa da görünmüyor,
artık kayıp bir ülkenin topraklarında.
(İstanbul’da
Mavi Bir Tereddüt’ten, s. 135/6)