KISMETİ BAĞLANMIŞ AMA SONUNDA
KARDELEN Mİ?
Adalet Ağaolu Üç Beş Kişi’de erkek egemen toplumun sert
bir eleştirisini yapıyor. Yirmi yedi yıl önce yayınlanan bu romanında, taşrayı
merkez alıyor. Yeni oluşmakta olan bir “sınıf”ın ya da sanayinin (ya da “ulusal
burjuvazi”nin) oluşumunu anlatarak siyasî bir harita çiziyor. Bu eksende,
feodal kökenli zengin bir ailenin temsilcisi Ferit Sakarya karakteri
“tipikleşiyor”. Öte yanda Osmanlı aristokrasisinden gelen, “düşmüş” bir ailenin
kadınları; kızları için “garantili damat” arayışındaki bir anne... Roman
yayınlandığı dönem Ağaoğlu’nun öteki romanları gibi ses getirmiş,
tartışılmıştı.
Karı Delen Çiçek
Çıkar çıkmaz romanı okuduğumda,
Kardelen karakterinden epeyce etkilenmiştim ve üzerine yazmak istemiştim. Çeşitli
yazılarımda söz etmiştim ama roman üzerine daha çok da Kardelen ile ilgili
yazmak istiyordum. Biraz “yan karakter” gibi duruyor. Roman ile arama mesafe
koyduğumda, belki böyle denebilir; ama romanın içine girdiğimde benim için en
çarpıcı karakterdi. Yıllar içinde de belleğimde hep böyle kalmıştı. Doksanların
başında hazırladığım 20. Yüzyıl Türk Edebiyatından Seçmeler’e Kardelen’in
bölümünü koymuştum. Okuduğum zamandan çok fazla geçmediği için, almak istediğim
bölümü, kitabı elime alır almaz bulmuştum. Romanın orasını burasını çizmeme,
notlar almama karşın, ne hikmetse yazamamıştım; bir tembellik gelmişti ki...
Ancak Kardelen’i hiç unutmadım!
Çiçeğin adının bize imlediği
gibiydi. Karı delip üste çıkmak. Küçük yaşta annesi ölmüş, sakat baba, küçük
erkek kardeş. Onlara bakmak zorunda olan ve çocukken hayata atılan, ekmeğini
taştan çıkaran, sorumluluklarını yerine getiren, sert yaşam koşullarına karşın
ayakta durabilen Kardelen. Gözaltındayken, tecavüze uğradığını da eklemeliyim.
Farklı Temalar İç İçe
Üç Beş Kişi’nin
merkezi Eskişehir. Ne var ki İstanbul ve Ankara’da geçen bölümleri de var. Yedi
bölümden oluşan roman “aynı zaman” diliminde geçer. Bu zaman dilimi –romanda açıkça
belirtilmez ama– 1980 Haziran’ıdır. Büyük bir ihtimalle de başlarıdır: “Gece.
Haziran. Ama günlerin en uzunuyla kısasına zaman var daha.” Geceyarısı ikideki
sokağa çıkma yasağı başlamak üzeredir. Roman karakterlerini, aynı zamanda ancak
değişik mekânlarda ve eylemlerde buluruz. Bir serüvenin parçalarıdır. Bir
anlatıcı vardır ama daha çok karakterlerin iç seslerini monolog gibi okuruz. Bilinçakışı
romanın bütününe yayılmıştır; dolayısıyla bu hızı da belirler; hızlandırır.
Ayrıca Ağaoğlu “hız” kavramını da çeşitli biçimlerde romanda dile getirir. Geçmişle
yapılan iç hesaplaşmalarla ortaya çıkan “roman serüveni”, gerçeklikle ilinti
kurarak söylersek, 1950/80 arasındadır. Romanın kendi zamanı 1980 Haziran’ı
olduğuna göre, o günlerin siyasî kaosunu ve üç ay sonraki 12 Eylül faşist
darbesini söylemeye sanırım gerek yok! Ancak roman atmosferinde bu kaosun
verildiğini de belirtmeliyim.
Aslında roman son derece
derinlikli ve katmanlıdır, kazdıkça altından “anlam” çıkar; siyasî, ekonomik,
cinsel göndermelerle doludur. Modern romanın özelliği olan birçok tema, aynı
serüven içinde son derece “canlı” bir biçimde yer alır. Bunlardan biri erkek
egemen toplumda ezilen kadındır. Yanı sıra bu büyük taşra ailesinin en genç üyesinin
ve ailenin prensi görülen Murat’ın, köklerini Saray’da bulan ama inişe geçmiş
bir ailenin şarkıcı kızına olan tutkusu vardır.
Romanı çok farklı biçimlerde
okuyabiliriz; içerdiği temalarını öne çıkartarak farklı biçimlerde
alımlayabiliriz de. Ne var ki iki kadın karakterin serüveni, Kısmet ile Kardelen’inki
karşıtlık içerse de sanki ötekilerden “anlamca” ayrılır. Toplum ve erkekler
tarafından belirlenen “yazgı”larının altında ezilen öteki kadın karakterlerin
de dramları, trajedileri, düşüşleri vardır.
Meslek Liseli Ama Mesleksiz!
Murat’ın ablası Kısmet. Büyük
(varlıklı) ailenin kızı ama hep unutulan ve “elleri kucağında, gözleri
duvarlara çakılı” öylece oturan. Kendini “suçlu” gibi gören, sessiz, Kısmet! Kız
Meslek Okulu’na gitmiş ama hiçbir mesleği yok. Türkiye’nin ulusal sanayisini
oluşturmaya çalışan, son derece hümanist, idealist, sosyal demokrat, bilgili
görgülü dayısı Ferit Sakarya tarafından bile unutulan Kısmet. Kaldı ki ailenin
direği ve Avrupa’da doktorasını vermiş Dayı’ya, şarkıcı Selmin’e olan
bağımlılığından Murat’ı kurtarmak için yaptığı da hiç yakışmaz: Murat’ın gözü
önünde Selmin’i ayartır, onu götürür, sevişir. Aynı zamanda cinsellik konusunda
son derece cesur bir romandır Üç Beş Kişi.
Kısmet iki kez intihar
girişiminde bulunur, sıkışmışlığın son noktasında; intihar, yazarın öteki
yapıtlarında da irdelediği sorunsaldır. Devrimci bir genci, Ufuk’u sevmiştir
ancak başkaları tarafından çizilen “yazgı”nın içinde sıkıştığından ya da bir kar
çiçeği gibi onu delemediğinden, istemediği biriyle evlendirilir. Yalnızca aile
içinde değil, toplum içinde de parlayan Dayı, onu bu cendereden çıkarmaz.
Baskıcı geleneğin içinde ezilmesine göz yumar, sessiz kalır. Daha kötüsü
Kısmet’in çalışmak “talebinde” bile Dayı, ablası Türkân Hanım’ın itirazına karşı
gelemez! Oysa Ferit Sakarya, etrafındakileri
iş, çalışma hayatına motive eden, olanaklar tanıyan bir “patron” değil midir?
Kısmet’in tek arkadaşı, dostu yoksul ama sorumluluk sahibi Kardelen’i fabrikada
sekreteri yapmamış mıdır? Kadın özgürlüğünü savunmasına karşın Dayı, Kısmet’i, elleri
kucağında oturmaya terk etmiştir bir anlamda. Ne kadar da etkileyici ve keder
verici bir betimleme!
Otuz üç yaşında, ulusal sanayiyi
kurmaya girişen bir ailenin, Kız Meslek Lisesi mezunu çalışmayan Kısmet’in
karşısında annesi vardır! İzin vermez! Oysa kendisi de bu erkekler dünyasında
ezilmesine, genç yaşta dul kalmasına karşın, bir çevre baskısı yüzünden başka
bir erkekle olmamıştır (zaten de olamaz). Bir süs eşyası gibi duran, çoğunlukla
unutulan Kısmet, boyun eğmek zorundadır. Annesinin kendi dengine göre bir arkadaş
bulamamışsın, dediği Kardelen ise, son derece trajik serüveni olmasına karşın, özellikle
Kısmet’in ailesi tarafından küçümsenmesine karşın ayakları üzerindedir. Bu “hor
görme” meselesinde, Dayı ile Murat’ı ayırmak gerekir. Kardelen’i, ikinci bölümde
gelinliğini dikerken buluruz. Hayatı olumlamasını becerebilen, kimsesi olmayan
bir işçiyle evlenecektir; belki de onun anaç yönü belirleyici olmuştur. O
kötücül saattir; dışarıda silah sesleri, patlamalar, sirenler duyulmaktadır;
erkek kardeşi henüz gelmemiştir. Kaygılar içindeki Kardelen’in iç monoloğu ya
da zihin süreciyle, geçmişi dolayısıyla roman serüveninin bir kısmını –ki öteki
karakterlerden de öteki kısımlarını–, okuruz (öğreniriz).
Temiz yüzlü küçük Murat’a
karşı son derece duyarlıdır Kardelen. Murat büyüdükçe de aşk ortaya çıkar;
anaçlık, aşka geçen bir köprüdür. Korumak ve sevmek. Gerçi, Murat şarkıcı
Selmin için Eskişehir’i terk ederken, ablasının sorusu üzerine “Hangi Kardelen”
der... Bu durum Kısmet’te biraz daha tuhaftır; belki bir ensest değil ama kardeşine
aşırı düşkündür. Saflığıyla kardeşinin temiz çocuk yüzü, kocasıyla sevişirken –buna
ne kadar sevişmek deniyorsa– gözlerinin önüne gelir. Ama baskın görüntü bir
zamanlar âşık olduğu Ufuk’tur. Üç görüntü birbirine karışır, aslında her birinin
farklı anlamları vardır. Burada olumsuz olan kocasınınkidir.
Bir Silkiniş mi?
Kar çiçeği gibi yaşamsal bir çabayla
karın üstüne çıkacak mıdır Kısmet? Saptanmış “yazgı”sını değiştirecek midir?
Kardelen’in de desteğiyle avukata giderek boşanmak için dilekçe verir. Kuşkusuz
bu Kısmet için olağanüstü bir eylemdir. Üstelik avukat nedeni sorduğunda “Başka
birini seviyorum” demiştir ama bu, bilinçdışının üste çıkmasıdır. Daha
sonrasında Ufuk’u anımsayacaktır. Kısmet için dahası vardır, geceyarısı
treniyle Eskişehir’i terk edecektir. Biletini çekingenlikle almış (kimseler
görmesin, sonra ne der!), Kardelen’e bile söylememiştir. Yalnızca Murat’a
geleceğini telgrafla bildirmiştir. Zaten romanın başında da Murat’ı telgrafı
almış buluruz; sokağa çıkma yasağı başlamak üzereyken, Bostancı’da Ufuk’u
aramaktadır. Ablasının İstanbul’a geleceğini haber verecektir! Kısmet, aile
şirketine girmiş olan kocasının iş için dayısıyla birlikte Ankara’da oluşundan
da yararlanmıştır bu kararında. Dayısına gündüz kendisini (Kardelen’in oradan) araması
için not bırakmış ama dayı aramamıştır. Çoğu zaman olduğu gibi Kısmet unutulmuştur.
Romanın son bölümü Kısmet’in
İstanbul’a gidip gidemeyeceği, bir Kardelen gibi açıp açmayacağıdır. İki bölüm
önce bu verilmiştir. Bu tür satıraraları Ağaoğlu romanının da kuşkusuz bir
başka özelliğidir. Aslında açıktır. Bir anlamda “sonucu” bilmenize karşın yani
trene binip binememe “eylem”ini bilmenize karşın, bu bölümdeki gar
betimlemeleri ile Kısmet’in zihinsel süreçleri, iç konuşmaları, çatışmaları “tedirgin
bir merak”a sürekler. Romanın başından beri gelen hız, burada yine başından
beri olan gerilimi ve dramatik çatışmayı iyice arttırır. (O ayrıntıyı kaçırırsanız,
bunlar çok daha yoğunlaşabilir.)
Romanın adı (Üç Beş Kişi) belki de, geride kalan üç-beş dostu, o dönemin
tipik özelliği olan her gün ölen/yaralanan üç-beş genci, Murat’ın üç-beş yaşını,
yaşamda insanın “yazgı”sını belirleyen ya da hiç önemsiz üç-beş şeyi, üç-beş
saatlik bir tren yolculuğunu imlemektedir. Yirmi yedi yıl sonra ikinci kez okuduğumda,
ilk basımında işaretlediğim yerleri (Remzi yay. 1984), yine işaretleme
gereksinimi duymakla birlikte (daha fazlası), sanırım Kısmet ile Kardelen’i
biraz birbirine karıştırmışım; özellikle de Kısmet’in o elleri kucağındaki kederli
betimlenişini belleğim Kardelen’e yakıştırmış! Eklemeliyim roman okumanın
hazına vararak.
(“Romantik Yolculuklar”, Notos,
Ağustos-Eylül 2011)