MEHTAP, YAZ VE AŞK
Yazsonu genellikle hüzünlüdür; güneşin aydınlığı giderek
kendini “karamsar ve sıkıntılı” ışıklara bırakır. Sonbaharın üzerinde taşıdığı
hüzün de biraz bundandır. Yeni arkadaşlıklar, dostluklar bir tatil kasabasında
kalmıştır. Denizin mavili ve mehtaplı gecelerdeki söyleşiler, kumdaki ateşin
başında içilen içkiler...
Belki de bir aşk... Genellikle bir aşk. Coşkuyla yaşanan.
Öylesine bir coşkudur ki, sanki, siz, sevgili, deniz ve mehtaptan başka hiçbir
şey yoktur yeryüzünde...
Evet, yaz aşkları başkadır. Biraz platonik, bazen biraz
umutsuz, biraz imkânsız aşklardır bunlar. Gizli kalmış aşklardır bazısı;
söyleyememenin ki söyleyememek için bazen binlerce neden çıkar karşınıza,
gizlediği aşklardır.
Yaşamın çetrefilliği diye bir şey vardı. Yollar ayrılır,
ayrılabilir; işler karışır. Genellikle de gençlik aşklarıdır yaz aşkları.
Anılarını hiç unutamadığımız aşklardır. Çoğunlukla hüzünle biter; bazen acıyla.
Sonu sanki hep ayrılıktır...
Zaten her bitiş, her ayrılık hüzün ve acı değil midir,
hep bizimle birlikte olan...
Yaz aşkları bazen mehtabın denizden batışı gibidir. Ay
inişe geçtiğinde giderek kızıllaşır, yukarıdaki parlaklığını yitirmiştir. Bir
süre sonra denizin ortasında kızıl bir toptur. Ne yazık ki o kızıllık orada
kalmayacak giderek küçülecektir. Karanlık suların içinde ateşin sönmesi gibi
kızıllık birdenbire yiter ve yüreğinizde bir acı duyumsarsınız.
Belki de bu, karşılığı olmayan bir aşk hançerinin
bıraktığı acıdır. Belki de uzaklardaki sevgilidir. Belki hiç yaşanmayacak bir
aşktır. Belki de birkaç gün sonra yaşanacak zorunlu bir ayrılıktır...
Yaz biter, sonbahar gelir. Ayrılığın ardındaki hüznü
sonbaharda yaşarsınız. Sanki doğa, duygularınıza denk düşmektedir.
Türkçe’nin en güzel aşk şiirlerinden biri olan Cemal
Süreya’nın “Aşk” adlı şiirinden üç dizeyle, yaz aşklarına şapka çıkartalım:
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da
gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem
bilirsin.
(Yaşamın Kendisidir Aşk, Özgür yay. 2008)