“pazartesi
yazıları”
NÂZIM
HİKMET İSTANBUL’DA AMA!*
Nâzım
Hikmet 1931’de çıkarıldığı mahkemede şöyle demiş: “Evet, ben bir komünistim, bu
muhakkaktır. Komünist şairim ve daha esaslı komünist olmaya çalışıyorum.” (Nâzım Hikmet, Memet Fuat, Adam yay.
2000, s. 107) Nâzım’ın TKP ile ilişkisi çoğunlukla gölgede kalmıştır. Şimdilerde
TÜSTAV yayınlıyor da Nâzım’ın TKP ilişkisi ayrıntılarıyla ortaya çıkıyor. Bu
belgelerden biri (dahası iki mektup), hemen hemen kimsenin bilmediği bir
gerçeği, bizle buluşturuyor. Gerçi Türkçe’de beş yıl kadar önce yayınlanmasına
rağmen, sanırım ya göz ardı edildi ya da dikkat edilmedi. Çünkü şairle ilgili
son yıllardaki çalışmalarda bile yer almıyor, bu mektuplar!
Vapurun
Penceresinden
Nâzım hem kendi arzusuyla (yüreğindeki özlem) hem de partinin
kararıyla 1927 Kasım’ında Odesa’dan kalkan bir gemiyle İstanbul’a geliyor;
gemide bekliyor, İstanbul’a çıkmanın yollarını arıyor. Çünkü gizlice ülkesine
dönecek. Ancak o sırada 1927 Tutuklaması oluyor, partililer gözaltında ve
işkencede. Nâzım, iki gün üst üste Moskova’daki TKP Dış Büro Üyesi Hasan Ali Ediz’e
mektup yazıyor.
Duvar yıkıldıktan, Sovyetler’in dağılmasından sonra
Komitern belgeleri açıldı. Erden Akbulut’un editörlüğünde bu belgeler TÜSTAV
yayınlarından çıkıyor. Nitekim Komitern Belgelerinde
Nâzım Hikmet (haz: E. Akbulut, 2002), Bizim
Radyoda Nâzım Hikmet (2002), bunlardan ikisi. Sözü geçen mektuplar da Büyük Kırılma/1926-1927 TKP MK Tutanakları(çev: Sinan Dervişoğlu, 2007) adlı kitabın sonunda yer alıyor.
26 Kasım tarihli
mektup şöyle başlıyor:
“Vapurda giderken boyuna sana nasıl mektup yazacağımı düşünüyordum.
Fakat nihayet bu gece aklıma bir fikir geldi. Bak o da nasıl. Ben sana
İstanbul’dan laalettayn mesela Cumhuriyet gazetesini göndereceğim ve sana
yazmak istediğim mektubun müsveddesini yaptıktan sonra gazeteye bakacağım benim
mektubuma yazdığım kelimelere her neresinde rastlarsam kurşun kalemle veya
diğer bir kalemle o kelimenin altına çizgi ve yanına bir nokta koyacağım. Bunun
için de (birinci kelimenin hangisi beşincinin hangisi olduğu şaşırılmasının
diye) gazetenin baş makalesinden başlayarak ta ilan kısmına kadar olan
yerlerine sağ köşeden başlanılmak üzere sıra ile gideceğim. Benim bu yazı
sahama gazetenin başlığı dahil değildir.”
Daha sonra Nâzım, vapur
yolculuğunu ayrıntılarıyla anlatıyor. Vapurun adı “İlyiç” ve 24 Kasım’da Odesa
Limanı’ndan hareket ediyor. Bir süre gittikten sonra vapurun tulumbası su
almıyor ve tekrar limana dönüp, onarım yapıldıktan sonra tekrar yola koyuluyor;
bunları anlatıyor, kamaradaki penceresinden gördüğü Karadeniz’i anlatıyor,
kaptanı, kamarotu vb. tanıtıyor.
“Bundan maada vapurda İstanbul için birçok Türk ve ecnebi
yolcu var. Türklerin bir kısmı tüccar üç dört tane de sefarethaneden ve kurye
olarak adam var. Onun için yalnız abdesthane için kamaradan çıkıyorum. İkinci
mevki kamaradayım. Rum arkadaşla beraberiz. Türkçe bildiği için konuşuyoruz.”
Vapur geceyarısı
İstanbul’a geliyor, önce Rumelifeneri önünde geceyi geçiriyor ardından sabah
Sirkeci rıhtımına demirliyor. Bunları da yarım sayfalık ikinci mektubunda
anlatıyor; ertesi günün tarihini taşıyan bu mektup da şöyle bitiyor:
“Daha Türkçe gazete okumadım mektubu kapatacağım. Sana
biraz gözümün önündeki manzarayı yazayım. Köprü sağımızda, önümüzde Sarayburnu,
uzağında Kızkulesi herşey uzaktan eskisi gibi işte. Buradan şu kağıtçığımla da
son selamlarımı yolluyorum.”
Nâzım’ın
tutuklamalardan haberi var. Onun için karaya, o çok sevdiği İstanbul’a çıkmanın
fırsatını arıyor. Ancak bu fırsat kolay değil. Karaya ayak bastığını bilmiyoruz ama bana öyle geliyor ki vapurdan dışarı
hiç çıkmadı. Çıksaydı sanki özlemle dolu olduğu İstanbul sokakları için bir-iki
mektup daha yazardı. (Şu ânda böylesine bir belge yok, belki de çıktı!) İstanbul’a
geldi ancak ülkesine dönemedi. Bilindiği gibi yedi-sekiz ay sonra İsmail Bilen
ile birlikte kaçak olarak ülkeye girecek, Hopa’da yakalanacak, tutuklanacak
aylarca “fazla”dan hapis yatacak. İşin garibi, bu kez İstanbul’a gelecek.
Karaköyü rıhtımına çıkacak: ancak iki partilinin elleri birbirine kelepçeli
olarak.
Bir Şiir, Acaba
Sonrası mı?
Nâzım’ın 1927 tarihli “Hasret” adlı bir şiir var (aynı
adla bir başkasını1958’de yayınlar). Şiirin tarihi 1927 de, ayı, günü belli
değil. Daha önce herhangi bir dergide yayınlanmamış, ilk kez Varan 3’te (1930) yer aldığına dair
bilgi var elimizde. (Bkz. Nâzım Hikmet
Tüm Eserleri/2, haz: Şerif Hulûsi-Asım Bezirci, Cem yay. 3. Basım, 1978). Sanki,
o vapur yolculuğunda ya da sonrasında, yazılmış gibi geliyor:
“Denize dönmek istiyorum!/Mavi
aynasında suların:/boy verip görünmek istiyorum!/Denize dönmek istiyorum!//Gemiler
gider aydın ufuklara gemiler gider!/Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder./Elbet
ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter./Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;/Ben
sularda batan bir ışık gibi/sularda sönmek istiyorum!/Denize dönmek istiyorum!/Denize
dönmek istiyorum!”
Belki
bu da çok önemli değil: şiirin, Boğaz’da, hasretle şairin şehrine baktığı o
günler sonrasında yazılmış olması. İster önce ister sonra ama Nâzım Hikmet’in
duyguları böyle, özlemle dolu. (Bu vesileyle Vedat Sakman’ın bu şiiri
bestelediğini de söyleyelim.)
Bir Yolculuk Üstüne
Acaba
Nâzım Hikmet 1927 Kasım’ın 26’sında ya da 27’sinde İstanbul’a çıksaydı, ülkeye
dönmüş olsaydı; daha sonra yaşadıklarını yaşamayacak mıydı? Hayatında ne gibi
değişiklikler olacaktı? Bunları bilemiyoruz, bunlar varsayım; ancak bildiğimiz
bir şey var ki –tarihi geriye döndürmeye gerek yok–, yine büyük şiirini
yazacaktı, yüreği aşklarla kabaracaktı, yine esaslı komünist olmaya devam
edecekti, TKP ve uluslararası barış hareketi için çalışacaktı. Böyle
düşünmemize “kanıt”, 1958’de yazdığı
“Bir Yolculuk Üstüne” (Nâzım Hikmet-Şiirler
6/Yeni Şiirler, Adam yay. 1989) adlı şiirde söylediği değil mi: “Elimde olsaydı bu yolculuğa/başlayıp
başlamamak /başlardım yine.”
*Bu yazının geniş biçimi Özgür Edebiyat’ın Mayıs-Haziran 2012 sayısında yer alıyor.