UNUTULMAYAN
Her şey o kadar güzeldi ki…
Çiçekler,
kırmızılar, beyazlar, güvercinler…
Hava
mutluluk kokuyordu, bir dirlik, güçlük egemendi. Herkes bütün kent, bütün ülke,
bütün dünya ordaydı. Güller uçuşuyordu türkü sözleriyle birlikte; bir şiirdi:
ritmik ve anlamlı. Birbirlerine sarılanlar, oynayanlar, zıplayanlar, koşanlar;
büyük, görkemli bir sevinç yaşanıyordu.
Bütün gün
bedenimi taşıyan ayaklarımın ağrıları bile vız geliyordu; başka bir gün bu
gürültülerin içinde olsam, baş ağrısından kıvranırdım, kafamın içi kazan gibi
olurdu. Ama o gün özeldi; bir tek coşkunun müziği vardı kulaklarımda.
Derin
derin nefes alıyor, ciğerlerime çekiyordum şen havayı, diri, güçlü havayı.
Sanki, bomboştu çevrem; huzur veren bir boşluk, neşeli ve kıpır kıpır.
Neden yaşadığımız kötü olayları anımsayınca, içimizi bir
burukluk, bir hüzün kaplar? Kapanmamış mıdır, o yaralar? Yıllar önce yaşanmamış
mıdır?
Ama, ama o
gün başkaydı: anlamlı ve cesurdu. O gün, o aydınlık ortam birdenbire karardı.
Ne olduğunu anlayamadık, kimse anlayamadı. Gökyüzünü kara bulutlar kapladı.
Şimşekler çaktı, fırtına koptu; rüzgâr olanca gücüyle esti, esti. Çok uzaklara
götürdü her birimizi. Ellerimiz sürtünürken uçurumlar oluştu aramızda; gene de
kenetledik parmaklarımızı. Kara bulutlar üstümüzden gitmedi. Sevinci coşkuyu
alıp götürdü; dostlarımız kayboldu. (Hâlâ bulamadık onları.)
Gül soldu,
leylak kokmadı, kuş ötmedi. Havayı ağır bir is kokusu kapladı. Kendimi
birdenbire karanlığın içinde buldum. Sevincim şaşkınlığa dönüştü; anlam
kayboldu. Bilincim yok oldu.
Ne zaman sevinci tam anlamıyla yaşayacağım?
Umudum
kalmadı değil; ama o gün, dehşet bir gündü. Acının egemen olduğu bir felaket…
Dehşeti, acıyı umutsuzluğu az mı yaşadık!
Güllerin
tekrar açacağına olan inancımı yitirdiğimden de değil, ama korkuyu yenemedik.
Anlamı hâlâ bulamadık; anlam, biz tam ona ulaşıyorken, yakalıyorken,
parmaklarımızın arasından uçup gitti.
Dostum
dedi ki: Umudunu yitirme, karamsar olma! Umudumu da yitirdim, karamsar da
oldum. Ama, alışkanlık haline getirmedim hiçbirini. Bilincimi anlamı aramayla
görevlendirdim, gözlerimi nöbete diktim. “Bir gün mutlaka” bulacağım onu.
Avuçlarımın içine alacak ve diyeceğim ki: “… sen, sen benim yaşamımsın, sen
bedenime ruh verensin ‘aklımın aydınlığı’ bilincimin efendisisin. Sen yol
gösterici, sen uygarlıksın; erişilmez değil, işte parmaklarımın arasındasın…”
Bir gün
yeniden yaşayacağım o günü. Aynı görkemiyle, coşkusuyla. Gene uçan
güvercinlerle birlikte; leylak kokusunu içime çekeceğim is yerine; şarkılar
söylenecek hep bir ağızdan; güneşe bakarak yalın ve namuslu; erdem elimizden
tutacak, bir halay başı gibi. Yıllar en güçlü savunucu olacak.
O zaman,
kara bulutlar gelemeyecek. Karanlık artık, bilincimin dışında örtülü kalacak.
Yalnızca anımsanacak; biraz buruk, biraz hüzünle anılmaktan öte bir kötülük
edemeyecek.
Ben elimde kırmızı bir gülle, mutluluğun ve sonsuzluğun
tadını yaşayacağım; onurlu ve huzurla…
(Kırmızı Bir Karanfil, Kavram yay. 1988.)